Aman Lütfü Bey Her İnsan Biraz Delidir.


Film : Deliler Koğuşu
Yapım: 1981, Türkiye
Yönetmen/Senarist: İhsan Yüce
Oyuncular: Baykal Kent, Müjdat Gezen, Münir Özkul, Adile Naşit, İhsan Yüce, Suna Pekuysal, Mete İnselel

 "Deliler ve dahiler arasında çok ince bir çizgi vardır" diye bir laf etmiş birisi zamanında. Mevzu delilik olunca çok sık duyuyoruz bu lafı, zaten birazdan derinine dalacağımız filmin başında da değiniyor buna. Üstelik insanlığın komple hipermetrop olduğu bir çağda bu çizgiyi seçebilmek, kimin akıllı kimin deli olduğunu ayırt etmek daha zor. Gözlerin bozulacak kalk o bilgisayarın başından diyen annelerin sözünü dinleyecektik bak, çok yanlış yaptık o konuda. Bir de telefonlar var şimdi, tabi gözler bozulur. Neyse merak etme sen anne, aynı teknolojik gelişmeler lazer ameliyatını imkanı da sunuyor bize.

  Bir süredir dahilik ve delilik arasındaki çizginin mahiyeti hakkında kıvranıp duruyorum. Nasıl bir çizgi bu? Böyle dikine uzanıp gidiyor mu öylece, kalın mı, ince mi? En azından üzerinde bir insanın durabileceği kadar var mı mesela? Öyle bir durum varsa, deliler ve dahiler dışında, çizgi üzerinde duranları kapsayan ayrı bir sınıf tanımlamak zorunda kalırız, o yüzden soruyorum. Ya da böyle düz bir doğru olarak uzanmıyorsa, ne kadar kıvrılıyor. Bir çember oluşturur mu mesela? Oluşturursa deliler mi dışında çemberin, dahiler mi? Hani bilelim de ona göre davranalım. Ya içine girelim çemberin, ya dışında yer alalım. Kendimiz içeride oluruz da, kafamız dışarıda kalır Allah muhafaza sonunda çaresi yok kardeşim, her akşam böyle içip kederlenip mutsuz olacağımız bir Yeni Türkü (tıkla yazı boyunca eşlik etsin) Trajedisine dönüşür mevzu. Nuri Bilge'nin Anadolusunda Bir Zamanlar, ne diyordu Arap; "dairede duracaksın, merkezi  kollayacaksın. haa çember olsa olmaz mı? olur, o da olur. Fakat yerinde ve zamanında." O yüzden önemli yani.

  Filmimize gelecek olursak, ki nihayet gelebildik, burada iniyoruz, geri kalan yola atlarla devam edeceğiz. Ne diyorduk, filmimiz(aslında İhsan Yüce'nin filmi, üzerinde hukuki bir hak talep edemeyiz yani) Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastahanesinde, her biri şiddetten, yoksulluktan, aile baskısından, tacizden, tecavüzden, bağımlılıklarından dolayı travmalar yaşamış ve bunun sonucunda 22-A koğuşunda buluşmuş delilerin etrafında geçiyor. Zaten daha bu noktada klasik Yeşilçam konseptinden fazlasıyla kopan filmin, 80 darbesinin hemen ardından, sıkı yönetim koşullarında idam kararlarının, fişlemelerin, yurttaşlıktan çıkarmaların havada uçuştuğu en akıllıların dahi ne olduğuna akıl erdiremediği bir dönemde çekildiği bilgisini de ekleyelim. Sonra, filmi izlerken hastahane odasında, Türk bayrağının bir yanında Atatürk resmi dururken, diğer tarafında asılı olan asker üniformalı kim demeyin. Hazır mevzu politik bir zemindeyken, atları da ürkütmeden, buna değinmeden geçemeyeceğim; filmden ve darbeden çok sonraları politikada adını sıkça duyacağımız çeşitli hükümetlerde bakanlık ve Ajda Pekkan'ın sevgilisi olarak magazin gazetelerinde kapaklık yapmış, aynı zamanda bir nöropsikyatri hekimi olan Yıldırım Aktuna, filmin çekildiği dönemde Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastahanesinin başhekimi olarak hem çekim sürecinde, hem senaryo aşamasında İhsan Yüce'ye epey destek olmuş. Zaten filmin başında da özel bir teşekkür edilmiş kendisine. Neyse filmin spoilerlı kısmına az kaldı atları burada bağlayıp kalan yolu yaya olarak yürüyeceğiz.

 Delilerimiz Hamlet Kamil, Kız Ali, Şirret Zarife, Mucit Edison, Evde Kalmış, Kraliçe, Başbakan, Tombiş, Van Gogh Kazım'ın dış dünya ile tek bağları öğle araları izledikleri televizyondur. Bu yüzden onlar için televizyon bütün o travmaları, kötü şeyleri yaşadıkları dünyayı temsil etmektedir. Eğer televizyonu düzeltebilirlerse dünyayı da düzeltebileceklerini düşünürler. İçten içe, en azından televizyonu izleyen diğer insanları, kendi başlarına gelen şeylerden koruyabileceklerine inanırlar. Bunlar deli tabi ki, biz aklı selimler gibi kendilerine dayatılan saçma programları hem yerden yere vurup, hem de "yok yeaa izlemiyorum öyle ses olsun diye açtım" diyerek izleme samimiyetsizliğini göstermezler. Ya da oturduğu yerden laf kalabalığı bir eleştiriyle kabullenmezler. İşte aradaki ince çizginin kalktığı nokta da burası.  Bazen tüm detayları düşünüp hiçbir şey yapmamaktansa, çok kafa yormayıp eyleme geçmek daha iyidir.

                                                         -----   spoiler -------

İşte bizimkiler de Hastahaneden firar ediyor, gidip TRT binasını basarak canlı yayının kontrolünü ele geçiriyorlar. Canlı yayında:

Hamlet Kamil: "Bugüne kadar dünyanın en iğrenç, kalitesiz, bir ilkokul müsameresinden ileri gitmeyen, her türlü sanattan yoksun bir takım filmler seyrettiniz artık bunlara paydos! Bütün dünyanın takdirle seyredeceği programlar yapacağız, halka saygılı olacağız. Çünkü televizyonu artık ben idare edeceğim, karşınızda televizyonun yeni genel müdürü Hamlet Kamil var."

Şirret Zarife: Peki bu banka reklamları ne olacak hı, n'olcak ? Delirttiniz bizi, delirttiniz be! Millet boğaz derdinde, arttırmadığımız paraları mı yatıracağız? Programın yarısı banka reklamı be, yok süper sistem, yok hızlı muamele, yok en iyi banka... Evet demeye hazır mısınız, bilmem ne. Birbirinizden farkınız yok. Hepiniz aynı boksunuz işte. Bir ayakkabı kaç para ha, kaç para? Yüzde elli  faiz verir misin bu ayakkabıya.

Hamlet Kamil: Seni reklam müdürü yaptım Zarife, Banka reklamlarını da kaldırdım.

Sevimli Bakire(Adile Naşit):  Ben daha çok çocuk programı isterim. Ne annemden, ne babamdan şevkat görmedim. Hiç masal da dinlemedim. Tombiş'ten çocuğum olunca bari o dinlesin.

Hamlet Kamil:  Olur. Seni de çocuk programı müdürü yaptım. Her gün uykudan önce çocuklara sevgiyi öğret.

Not: Sanırım bu diyalog Adile Naşit'in TRT'de yatmadan önce çocuklara masal anlatma fikrinin ilk ortaya çıktığı yer. Filmden sonra Adile Naşit TRT'de uzun yıllar süren kuzucuklarına yatmadan önce masallar anlattığı bir program yapmaya başladı.

  Filmin zirveye çıktığı bu sahne arabesk temalı filmlere, arabesk müziğe televizyonda uygulanan sansüre, sinemada Türkan Şoray kuralları olarak bilinen aktrist kurallarına yapılan göndermelerle devam ediyor. burdan...

 Sadece bu diyaloglar bile filmin ne kadar zamanının ötesinde olduğunu göstermek için yeter de artar. Hem de sıkı yönetim koşullarında, devlet televizyonunda...

                             ----         spoiler     sonu    --------

  Filmde eksik bulduğum tek nokta tanrı inancı ve dindarlığın abartılı bir biçimde sanki bir canavarmış gibi tasviri ile ilgili. Zaten filmi izleyince göreceksiniz, karakterler sürekli tanrı/yaratıcı(artık düşünceniz nasıl adlandırıyorsa) hakkında rahatsız edici, küçümseyici bir tavır içerisinde. Yanlış anlaşılmasın, zaten düşünce evreni farklı olan karakterlerin bizim gibi bir tanrı tasavvuru olmasını beklemiyor insan. Onların tanrıyı algılayış biçimleri, onunla ilişkileri bize ne kadar alaycı, yanlış gelse de senaryo içerisinde değerlendirildiğinde çok rahatsız edici değil. Fakat senaryo içinde neredeyse tüm karakterleri akıl hastahanesine sürükleyen travmalarının arkasına dindarlıkla ilgili bir hikaye iliştirilmesi senaryoyu gerçekten uzaklaştıran, en azından senaryonun kalitesine gölge düşüren ideolojik bir tavır olarak göze batıyor. Ya da benim bugün alınganlığım üzerimde, neyse...

 Böyle delilik ile dahilik arasındaki çizginin iyice silikleştiği seçilmez hale geldiği Lars Von Trier'in Idioterne' i var bir de. Orada işler biraz daha karışık, Trier'in tarzı filan da girince işin içine acayip bir hal alıyor. Şimdi ona da dalarsak iş epey uzar. Hem şarkınızda bitmiştir şimdi sizin. Üstelik bazen hepimizin gözlerinden, deliler doluşmuş bakmıyor mu birer birer...Çalsın.

1 yorum:

  1. Ali ağaoğluna açık mektup
    Para senin paran istediğin gibi harcarsın.
    Ev senin evin istediğine hediye edersin.
    Reklam senin reklamın.
    Sıkıntı şu ki mükemmel bir proje hazırlıyoruz. Sana kar getirecek hatta depreme dayanıklı evler yapan Japonya da ev yapmanı sağlayacak ama ulaştıramıyoruz.
    Nedeni elemanların adam çalışmamızı çöpe atıyor. Ve her yer böyle Sabancı koç eren.
    Bu ülkenin aklı başında kendini yetiştirmiş bireylerine en büyük düşman diploma karşılığında beynini vermiş acısını kendini yetiştiren insanlardan çıkaran işgüzar elemanlar.
    Bu mektubu Ekşi sözlük inci sözlük blog artık nerede yayınlanırsa sana ulaşacak kadar bilinirse diye elimden gelen her yere ulaştıracağım.
    Mükemmel proje
    Antalya kemer beydağları Güneş tüneli.
    Dik çıplak bitki örtüsü olmayan beydağları 3000 metreye uzanan büyük zirvelere sahiptir. Yılın her mevsimi bol Güneş ışığı alır.
    Dağ yamacını kaide olarak kullanarak tünel inşa ettiğimizde şimdiye kadar yaplıanalrala kıyaslanmayacak yükseklikte hava kulesi elde ederiz.
    3000 metre yükseklikte kuleye eş hava tüneli.
    Hava kuleleri taban ile tavan arasındaki ısı farkı ile elektirik üreten yapılardır. Güneş ışığı tabanda bulunan serada toplanır. Serada biriken 50 derece kadar ısı ile kule tavanındaki ısı farkı sayesinde rüzgar akımı oluşturur. Kule ne kadar yüksek olursa taban ile tavan arasındaki ısı farı o kadar artar ve kulenin ürettiği elektirik kapasitesi artar. Kule belirli bir yüksekliği geçtiğinde taban ile tavan arasındaki ısı farkı çok olduğu için Güneş ışığını biriktirmeden yaz kış gece gündüz atmosferdeki doğal ısı farkı ile rüzgar üretir.
    Antalya kemer beydağları kulesi taban ile tavana rasındaki 18 derecelik ısı farkı ile bu güce sahiptir. Yamaça kurulu seralar ile 1 10 km kare arası toplanan Güneş ışığı ile 1000 10000 mw enerji + taban ile tavana arasındaki ısı farkı ile enerji + denizden gelen rüzgarı yelken gibi toplayarak hava kulesine aktardığı için enerji üretecektir.
    Mükemmel proje tek ünitede 3 ayrı kaynaktan gelen enerjiyi elektiriğe çevirir. Kar oranı çok yüksektir. Yakıt atık sorunu yoktur. Sizede mükemmel reklam sağlar . Örnekler newscienceway.blogspot.com enerjimerkezim.blogspot.com Mail sorgulayaninsanlara@gmail.com
    Kemal beziroğlu

    YanıtlaSil